Genel Hukuki Bilgiler

Siyasal İktidarın Meşruluk Temeli ve Teoriler

İktidarı ellerinde bulunduranlar daima halkı yalnız emretme ve yönetme gücüne değil, aynı zamanda emretme ve yönetme hakkına sahip olduklarını inandırmaya çalışmışlardır. İktidarın rastgele elde edilmeyip bir hakka dayandığı fikrinin kabul edilmesi ölçüsünde o iktidar meşru bir iktidar olur. Meşru bir iktidara itaat de yönetilenler için bir görev haline gelir.

Klasik meşruluk teorileri şu şekilde bir ayrıma tabidir:

  1. Teokratik teoriler
  2. Demokratik teoriler
    1. Milli egemenlik teorisi,
    2. Halk egemenliği teorisi

Teokratik Teoriler

Siyasal iktidarın meşruluk temeli önceleri gökyüzünde, Tanrıda ve kutsal kaynaklarda aranmıştır.

Bunun en ilkel türünü eski çağların Tanrı-krallarında görmek mümkündür. Hükümdar aynı zamanda bir yeryüzü Tanrısıydı ve onun iktidarına itaat sadece siyasal zorunluluk değil, aynı zamanda dinsel bir görev oluyordu. Daha sonraları hükümdarın kendisi Tanrı olmayıp, ancak Tanrının oğlu olduğu anlayışına geçilmiştir. Çin İmparatorları da Göklerin oğlu sayılıyordu.

Avrupa’ mutlak monarşilerin kurulmasıyla, kralın kişiliğinin Tanrısal niteliği artık söz konusu olmamakla birlikte, iktidarın kaynağının ilahi olduğu fikri üzerinde durulmaktadır.

İslam devletlerinde de hükümdarların iktidarlarını din kuralları ile pekiştirmeye gittikleri görülmektedir. Osmanlı padişahı “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” sıfatını taşımaktaydı.

Japonya’da imparatorun kutsal kişiliğe sahip olduğu ve hükümranlık hakkını Tanrısal kaynaklardan aldığı inancı hala yaygındır.

Öte yandan Katolik kilisenin desteğini sağlayan bazı diktatörler, iktidarlarının Tanrı iradesine dayandığı iddiasını öne sürebilmektedirler. İspanya’da General Franco bunun örneğidir.

Demokratik Teoriler

Demokratik teoriler, şu şekilde bir ayrıma tabidir:

  • Milli egemenlik teorisi,
  • Halk egemenliği teorisi

Milli Egemenlik Teorisi

Teokratik doktrinler, etkinliklerini 18.yy. sonlarına kadar koruyabilmişlerdir. Tabii hukuk mektebi ile Rousseau tarafından geliştirilen yeni fikirler 1789 Fransız İhtilalini etkilemiştir. Milli egemenlik doktrini bir anayasa ilkesi olarak Fransız pozitif hukukuna yerleşmiş ve oradan yayılmıştır.

Teorinin ana kaynağı; Rousseau ve Toplum Sözleşmesidir. Siyasal toplumun temeli, başlangıçta onu meydana getiren insanlar arasındaki bir sözleşmeye dayanır. Tabiat halinden düzenli toplum hayatına geçişi sağlayan bu sözleşme ile insanlar iradelerini birleştirmişler ve kendilerini bütün hakları ve yetkileri ile birlikte topluluğa devretmişlerdir. Ortaya Genel İrade çıkar.

Genel irade, kişilerin iradelerinin üstünde, kendine özgü bir varlığı olan kolektif bir iradedir. Egemenlik de bu kolektif iradeye aittir. Genel irade aslında azınlığın da iradesini kapsamaktadır.

1789 Fransız İhtilali sonrası toplanan kurucu meclis, toplum yerine millet, genel irade yerine milli irade deyimlerini kullanmıştır.

Milli egemenlik teorisine göre, belli bir zamanda ülkede yaşayan insanların kişiliklerinden ayrı bir manevi kişiliği olan millet, egemenliğin tek meşru kaynağı ve sahibidir. Egemenlik, bu milli iradede ifadesini bulur ve onun tarafından seçilen temsilciler vasıtasıyla kullanılır.

Milli egemenlik teorisi herhangi bir yenilik getirmemiştir. Egemenlik hükümdara ait olduğu zaman nasıl üstün, mutlak ve sınırsız bir kudret idiyse yine aynıdır. Değişen tek şey, egemenliğin sahibi ve süjesidir. Eskiden krala ait olan egemenlik tacı, ondan alınarak millete verilmiştir.

Halk Egemenliği Teorisi

Milli egemenlik teorisinden farkı:

  1. Milli egemenlik teorisinde egemenliğin soyut bir bütün olarak manevi kişilik tanınan millete verilmesine karşılık, halk egemenliği teorisinde egemenlik somut olarak belli bir zamanda milli topluluğu meydana getiren vatandaşlara verilmektedir. Bu teorinin de Rousseau’nun fikirlerini kaynak aldığı söylenebilir.
  2. Halk egemenliği teorisinde oy kullanma bir hak olmasına karşılık Milli egemenlik teorisinde bu bir fonksiyon, bir yetki sayılmaktadır.
  3. Milli egemenlik teorisinde fizik varlığı olmayan milletin kendi adına konuşacak temsilcilere ihtiyacı vardır. Halk egemenliğinde ise, vatandaşlar gerektiğinde kendi iradesini aracısız (referandum, halk oylaması, plebisit) açıklama imkânına sahiptir.
  4. Milli egemenlik teorisinde kuvvetler ayrılığı ilkesine, fren – denge mekanizmalarına yer verildiği halde Halk egemenliği teorisi bu gibi anayasal mekanizmalarla pek bağdaşmaz.

Bu farkların günümüzde pek önemi kalmamıştır. Türkiye’de daha çok Milli egemenlik teorisi kabul edilmektedir.

Eleştiriler

Bu teoriler rasyonel açıdan sağlam temellere dayanmazlar. Milli egemenlik teorisi başta Duguit olmak üzere eleştirilmiştir.

  • Teokratik görüşler tamamen bilim ve akıl dışıdır.
  • Milletin iradesi mevcut olabilir mi? Fiziki varlığı olmayan, soyut kavramın iradesi olamaz. Bu bakımdan milli irade kavramı anlamsız bir deyimdir, sosyal gerçeklikle ilgisi yoktur. Halkın iradesi gerçek midir? Seçimlerde açıklanan halkın değil, seçmenlerin iradesidir. Bu bize Milli egemenlik teorisinin temelden yoksun olduğunu gösterir.
  • Milli irade yerine pratikteki gerçek karşılığı olan çoğunluğun iradesi deyimini kullanırsak, bu sistemin bizi bir sayı üstünlüğü rejimine yani çoğunluğun diktatoryasına götüreceğini görürüz.

Milli egemenlik formülü Türk anayasalarına nasıl girmesi; Kamu hukukumuzun Fransız kamu hukuku etkisinde kalması nedeniyle bu kavram bizim literatürümüze girmiştir. Milli egemenlik formülü ile ifade edilmek istenen şey, aslında siyasal iktidarın kaynağının halkta olduğunu belirtmekten ibarettir. Klasik teori ile ilişkisi yoktur.

Meşruluk ve Yasallık Kavramlarının Ayrılması

Meşruluk sorunu hukuk ötesi bir sorundur. Yasal bir yönetim pozitif hukuka uygun olan bir yönetimdir. Fakat her zaman meşru olmayabilir. Meşru iktidar, ona tabi olanlar tarafından meşru kabul edilen, toplumda yaygın olan meşruluk inancına uygun olan iktidardır.

Yasallık, şekli meşruluktur. Yasallık her zaman meşruluğun temelini sağlamak bakımından yeterli olmamakla birlikte, genellikle onun karinesi sayılabilir. Yasallık hukuki bir kavramdır, meşruluk daha geniş kapsamlı bir kavramdır.

Başlangıçta meşru olan bir iktidar zamanla bu meşruluğunu kaybedebilir veya bunun tersi olabilir.

  • Siyasal iktidar hukuku çiğnerse,
  • Toplumdaki meşruluk anlayışı değişirse meşruluk krizi doğarak bir iktidar meşruluğunu kaybedebilir.

Meşruluk ve Yasallık Kavramlarının Ayrılması

Meşruluğun Objektif Temelleri

Meşruluğun objektif temelleri şunlardır:

  • Hukuki kriter (yeterli değil): Kanunilik mutlaka meşruluk demek değildir.
  • İdeoloji (yeterli değil): Meşruluk ölçüsü değişken olur.
  • Ahlak (yeterli değil): Kişisel düzeyde bir anlam taşır.

Aslında tek, mutlak, evrensel geçerliliği olan bir meşruluk ölçüsü yoktur.

Meşruluk zaman ve mekâna göre değişkenlik gösterir. Belli bir zamanda, belli bir toplumda, o toplumu meydana getiren vatandaş kitlesine hâkim olan meşruluk anlayışını karşılayan iktidar, meşru bir iktidardır.

Siyasal Açıdan Meşruluğun Önemi

Yönetilenler iktidarın meşruluğuna inandıkları ölçüde onun kararlarına kendiliklerinden uyma eğilimi gösterirler. Bu durumda iktidar, zora başvurma gereğini duymaksızın itaati sağlamış olur. Aksi takdirde inanç zayıf olduğunda, iktidar itaati sağlamak için fizik kuvvete, şiddete, tehdide başvurma yoluna gidecektir.

Kuvvet kullanma ve meşruluk ters orantılıdır. Güce başvuran iktidar güçlü demek değildir, aksine çaresiz, aciz bir iktidardır.

Meşruluk yönetimi kolaylaştıran, sağlamlaştıran, daha istikrarlı ve etkili kılan bir faktördür. Bu sebeple iktidar sahipleri iktidarlarının meşru olduğu inancını yaymaya çalışırlar. Benimsetme yöntemleri:

  • Eğitim,
  • İdeoloji,
  • Propaganda,
  • Dost – düşman ayrımı yapmak.

Temel Anlaşma ve Meşruluk

Temel anlaşma, toplumun yönetim düzeni üzerinde anlaşmayı ifade eden bir kavramdır.

Temel anlaşma, toplumun bütün üyeleri arasında genel anlaşma ya da oybirliği demek değildir. % 50’nin biraz üzerinde bir anlaşma da değildir.

Toplum üyelerinin önemli bir kesimi arasında fikir birliğinin bulunması gerekir. Meşruluk göstergesinde anlaşma ibresi % 50 çizgisine doğru düştüğü zaman temel anlaşma da ortadan kalkar.

Yerleşmiş sistemin karşısına çıkan yeni bir hareket, halk arasında kendisine geniş bir destek sağlayabildiği takdirde toplum ihtilal ortamına girmiş demektir. Bazı azınlık grupların yarattığı şiddet eylemleri gerçek bir ihtilal ortamının işareti sayılmaz. İhtilal ortamının işaretleri:

  • Sosyal yapıda köklü değişimin olması,
  • Bu değişimin alternatif meşruluk anlayışını getirmesi,
  • Yeni meşruluk anlayışının temel anlaşmayı bölebilecek ölçüde yaygınlaşması,
  • Bu bölünmenin uzlaşma ile giderilememesi.

Ekin Hukuk Bürosu olarak alanında uzman avukat kadromuzla dava ve işlemlerinizi takip edebilmemiz için bizimle iletişim kurabilirsiniz.

Av. Ahmet EKİN & Şevval Asude DOĞAN

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu