Ceza Usul Hukuku

Gizli Soruşturmacı: Ceza Muhakemesi Hukukundaki Yeri ve Uygulama Sorunları

Günümüzde suçla mücadele yöntemleri, özellikle organize suçlar ve terör suçları gibi karmaşık ve gizli yapılarla karakterize edilen suç türlerinde ciddi dönüşümler geçirmiştir.

Bu dönüşüm, klasik kolluk tekniklerinin yetersiz kaldığı noktada, modern araştırma yöntemlerinin hukuk sistemlerine entegre edilmesini zorunlu kılmıştır. Bu bağlamda “gizli soruşturmacı” uygulaması, Türk Ceza Muhakemesi Hukuku’nda da yerini almış ve oldukça tartışmalı bir tedbir olarak öne çıkmıştır.

Gizli Soruşturmacı: Ceza Muhakemesi Hukukundaki Yeri ve Uygulama Sorunları

Gizli Soruşturmacı Kavramı ve Tarihsel Gelişimi

Gizli soruşturmacı, suç örgütlerinin içine sızarak, suçla ilgili bilgi ve delil toplamakla görevlendirilen kamu görevlisidir. Bu görevlendirme, ceza muhakemesinde maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet eder. Türk hukukunda ilk olarak 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu ile düzenlenen bu tedbir, günümüzde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun 139. maddesinde yer almaktadır.

Uygulamanın kökeni, 20. yüzyılın başlarında organize suçla mücadele kapsamında ilk olarak ABD’de görülmüş, ardından Avrupa ülkelerinde kabul görmüş ve nihayet Türk hukuk sistemine dahil edilmiştir. Bu gelişim süreci, sadece pratik bir ihtiyaçtan değil, aynı zamanda suçun evrilen doğasından da kaynaklanmaktadır.

Koruma Tedbiri Olarak Gizli Soruşturmacı

Ceza Muhakemesi Kanunu’nda gizli soruşturmacı görevlendirilmesi, koruma tedbirleri arasında yer almaktadır. Bu yönüyle hem ceza yargılamasının sağlıklı işlemesini temin etmeyi hem de delil elde etmeyi hedefler. Ancak klasik koruma tedbirlerinden ayrılarak daha çok “gizli koruma tedbirleri” sınıfında değerlendirilmektedir. Zira bu tedbir, soruşturmanın muhataplarından gizli şekilde yürütülür; bu yönüyle iletişimin denetlenmesi, teknik araçlarla izleme gibi yöntemlerle benzerlik gösterir.

Gizli Soruşturmacının Görevlendirilme Şartları

CMK m. 139’a göre bir gizli soruşturmacı görevlendirilebilmesi için bazı temel şartlar aranır:

  • Kuvvetli suç şüphesinin bulunması,
  • Başka yollarla delil elde edilememesi,
  • Görevlendirilecek kişinin kamu görevlisi olması,
  • Suçun katalog suçlardan olması (örneğin: uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı, organize suçlar vb.).

Bu şartlar, hem tedbirin ölçülülüğünü sağlamakta hem de keyfi kullanımı önlemektedir. Buna rağmen uygulamada, bu şartların nasıl yorumlandığı ve sınırlarının ne olduğu hususunda ciddi tartışmalar mevcuttur.

Görev İcrası ve Sınırlar

Gizli soruşturmacının görevi, örgüt içerisine sızarak, örgütün faaliyetlerini gözlemlemek, suç delillerini toplamak ve gerektiğinde suçlara müdahil olmaktır. Bu noktada önemli bir sorun, görev sırasında soruşturmacının suç işlemesi halinde ortaya çıkmaktadır. Türk Ceza Kanunu’na göre, kanun hükmünü yerine getirme (TCK m. 24), yetkili merciden alınan emir (TCK m. 24/2), meşru savunma (TCK m. 25/1) ve zorunluluk hali (TCK m. 25/2) gibi nedenlerle sorumluluğunun kalkabileceği değerlendirilmektedir.

Ancak bu durum, “ajan provokatör” ile “gizli soruşturmacı” ayrımını hassas hale getirmektedir. Bir görevlendirme, delil elde etme yerine suçu kışkırtmak amacını taşıyorsa, bu anayasa ve AİHS kapsamında ciddi ihlal doğurur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu konuda birçok kararında, bu sınırı aşan uygulamaları açıkça mahkum etmiştir.

Kimlik Güvencesi ve Tanıklık Meselesi

Gizli soruşturmacıların korunması, etkinliklerinin devamı açısından kritik önemdedir. Bu koruma, hem kimliklerinin gizli tutulması hem de tanıklık sırasındaki güvenliklerinin sağlanması açısından ikiye ayrılır. Tanıklık durumlarında kimlik gizliliği, gerekirse ses ve görüntü değiştirici tekniklerle sağlanmakta, hatta mahkeme karşısına çıkmadan da tanıklık yapılabilmektedir.

Bu koruma mekanizmaları, 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu ve ilgili yönetmeliklerle desteklenmiştir. Ancak Türkiye’de henüz bu uygulamaların istikrar ve denetim açısından yetersiz olduğu da dile getirilen eleştiriler arasındadır.

Kimlik Güvencesi ve Tanıklık Meselesi

Delil Değeri ve Hukuka Uygunluk Sorunu

Gizli soruşturmacı tarafından elde edilen deliller, hukukiliği tartışmalı olabilecek bir yapıya sahiptir. Bu nedenle elde edilen delillerin hem CMK hem de AİHS standartlarına uygun olması gerekmektedir. Gizli soruşturmacının görevi sırasında elde ettiği beyan, belge veya belirti delillerin mahkeme tarafından kabulü, bu delillerin elde ediliş biçimine doğrudan bağlıdır.

Aksi takdirde, hukuka aykırı delil niteliği taşıyan bilgi ve belgelerin, yargılamada hükme esas alınması mümkün değildir. Bu durum, “hukuka aykırı delil yasağı” ilkesinin açık bir sonucudur.

Sonuç

Gizli soruşturmacı uygulaması, özellikle örgütlü suçlarla mücadelede vazgeçilmez bir araç haline gelmiştir. Ancak bu tedbirin uygulanmasında hak ve özgürlükler açısından ciddi sınırlar ve denetim mekanizmaları gereklidir. Keyfi uygulamaların önüne geçilmesi, ölçülülük ve orantılılık ilkelerinin gözetilmesi, gizli soruşturmacının yalnızca delil elde etmeye yönelik görevlerle sınırlı kalması, adil yargılama hakkının korunması açısından zorunludur.

Bu bağlamda, uygulamanın geliştirilmesi ve denetlenmesi kadar, kanuni düzenlemelerin daha net ve kapsamlı hale getirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Aksi halde ceza muhakemesi sistemi, birey hakları ile devletin suçla mücadele çabası arasında dengesizliğe yol açabilir.

Av. Ahmet EKİN & Stj. Av. Tuğçe ŞEN

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu